Anti Kürtlülükte bir nefes aramak

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

AKP’nin ustalık dönemi başka bir deyişle Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte Türkiye üç kesime bölünmüş hale geldi. İslamcı-Türkçü, Laik Türkçü kesim ile Kürt olarak. Sol ve sosyalistlerin bir kısmı, Müslüman olmayan azınlıklar ile muhalif İslami kesimlerin bir kısmı Kürt muhalefetine dahil edilebilir.

İktidar boyutuyla bakıldığında Erdoğan’la temsil edilen zaman zaman Rabia(Müslüman Kardeşler) ile ifade edilen siyasi İslam, MHP gibi Türkçü-İslamcılığı yanına alarak İslamcı-Türkçü karaktere dönüştüğünden söz edilebilir. Bu tür İslamcılık içeride kendisine karşıt olarak Laik Türkleri  temsil eden CHP İle Kürt, bazı sol, sosyalist ve siyasi İslam’a eleştiren muhalif İslamcıları görmektedir.

Dışarıda ise kendisini başta Mısır olmak üzere kendisini Müslüman Kardeşlerin karşısında yer alanları karşıt olarak görmemeye başlamıştır. Ekonomik krizin dayattığı para arayışı AKP’yi zorladıkça AKP dış karşıtlarında değişikliğe gitmiş, İsrail, BAE ve Suudi Arabistan’la iyi geçinmeyi tercih etmeye başlamıştır.

Suudi Arabistan tarafından Müslüman Kardeşler siyasetinin bir parçası olarak gördüğü Cemal Kaşıkçı’nın katledilmesi ile ilgili dosyanın Suudi Arabistan’a devredilmesi ile birlikte AKP’nin dışa karşı Müslüman Kardeşler söyleminden vazgeçtiğinin en önemli argümanlarından biri olsa da içeride bu konumunu sürdürecektir.

Dış politik Osmanlıcı yayılma söz ve eyleminden vaz geçmeyi esas alan AKP, gerek Batı için gerekse Batı ile birlikte hareket eden Arap devletleri için tehlike arz etmez. Buna Filistin konusunda İsrail’in yanında hareket etmek de girer. Muhalefetin bu iki konuda AKP’nin tutarsızlıklarını göstermek muhalefetin lehine bir şey kazandırmaz. Tersine bu tür eleştiriler Batı ve Batı yanlısı Arap yönetimlerde muhalefetle ilişkilerde olumsuzluklara neden olur. AKP’nin varlığı ve devamı iktidarda kalmasına bağlıdır. İktidarı kaybettikleri anda AKP’nin yok olacağını çok iyi biliyorlar. İşledikleri suçlardan hesap da vereceklerdir.

AKP’yi içeride rahat hareket etmesini sağlayan AKP’nin Kürt siyasetine karşı uyguladığı hukuksuzluklara Laik Türkçülerin sessizliği ve onayıdır. Bu öyle sanıldığı gibi İyi Partinin CHP üzerindeki etkisiyle izah edilemez. CHP’nin “devlet kurucu misyonu” hala devam etmektedir. CHP öncülüğünde oluşturulan altılı masa olarak ifade edilen Millet ittifakının yapısına bakıldığında anti HDP’likten öte Anti-Kürttür. Altılı masada Türkçüler, Laikler, İslamcılar yer var, Kürtlere yer yoktur. Cumhur ittifakının üyeleri HDP’nin masanın gizli bileşeni olduğunu söyledikçe Millet ittifakı Kürtlerden o denli uzaklaşmaktadır. Bu da Kürt siyasetini bir tür eylemsizliğe veya boykota zorlamaktadır. Bunun Millet ittifakının lehine olmayacağı açıktır.

Millet ittifakı 13.Cumhurbaşkanının Millet ittifakından biri olacağından emin olmaya devam ettikçe ekonomi ve diğer sorunlara nasıl bir çözüm getireceğini söyleme gereği bile duymuyor. Söyledikleri tek şey var; o da “Güçlendirilmiş Parlementer Sistemin” ne anlama geldiği ve nasıl hayata geçirileceği belirsizdir. Altı parti bu sistem üzerinde aylarca çalıştı. Çalışma ilan edildiğinde içte ve dışta Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı gündemdeydi. Bağıra bağıra gelen Ukrayna savaşından bihaber olanlar Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemini topluma anlatmayı becerme başarısını göstermediler.

Büyük olasılıkla bu altılı parti kendi aralarında Cumhurbaşkanı adayını belirlemişler, bu adayın CHP lideri Kılıçdaroğlu olma olasılığı yüksektir. 2019 Belediye seçimlerinden hareketle HDP’nin kendilerine “karşılıksız” destek vermeye devam edeceğinden kuşku duymamaktadırlar. Her ne kadar HDP kendi katılımı olmadan Millet ittifakının adayı konusunda pazarlık kozunu ortaya koyuyorsa da şimdiye kadar daha önce iki kez denenmiş Selahattin Demirtaş dışında aday gösterme çalışması yapmayışı tıpkı 2019 Belediye seçimlerinde olduğu gibi “demokrasiye geçiş için” Millet ittifakının adayına destek verileceği ihtimali yüksektir. HDP, üçüncü yol veya ittifak diyerek enerjisini Milletvekili seçimlerine vererek seçim sonuçlarına göre Cumhurbaşkanı/Meclis dengesinde başarı elde etmeye çalışacak, daha sonra yapılacak yerel seçimlerinde kalıcı bir başarı elde etmek için kullanacaktır.

Aslında HDP’nin başkaca bir şansı da yoktur. Erdoğan’ın HDP’yi döverek Öcalan’ı Demirtaş’a karşı kullanma pozisyonu da bu tutumu değiştirmeye yetmeyecektir. Erdoğan’ın Putinvari Kürt siyasetine yönelimi “kamusal güvenlik” bakımından PKK’nin bölgesel hegemonyasını zayıflatmasının güvenlik boyutuyla sınırlı kalması HDP üzerinde İmralı veya Kandil’in etkisini azalttı. Demirtaş’a HDP içinde Eş Başkan olduğu dönemden daha büyük bir alan açtı. Lider-toplum diyalektiğine oldukça uyan Demirtaş’ın Kürt ve Kürt olmayan demokratik çevre üzerindeki etkisini sınırlamaya mevcut HDP yönetimi dahi karşı koyacak argümanlara sahip değildir. Demirtaş bu rolünü Cumhurbaşkanı adayı olarak değil, Milletvekili adayı olarak oynamalıdır. Eğer bir engelleme ile karşılaşmasa Milletvekili vekili olarak hapisten de çıkacaktır. HDP’nin en büyük başarısı bu olacaktır.

Ayhan Bilgen örneğinde olduğu gibi “HDP’nin yetmezliği, Demokratik Kürt partisi eksikliği” benzeri gerekçelerle HDP dışındaki politik gelişmelerin akibetine değinmekte yarar vardır. Bu kapsamda yapılan çalışmalara “devlet veya başka bir güç destek veriyor” anlayışıyla yaklaşan görüşlerin bir geçerliliği yoktur. Bu tür parti ve hareketlerin çıkış gerekçesi daha çok Kürt konusunda bir çözümün getirilmesi için Kürt Siyasal Hareketinin iktidar veya muhalefet ilişkisinde ittifak becerisine yöneliktir. Mevcut durumda Hüda-Par dışında hiçbir partinin MHP’yle ittifak halinde olan AKP iktidarı ile ittifak düşüncesi olmaz.

İttifaklar AKP sonrası oluşabilecek iktidar ilişkileriyle ilgilidir. Bu açıdan Ayhan Bilgen’le ön plana çıkan siyasi hareket kendini var edebilmek için altılı ittifakın yanına yedinci parti işlevini görebilir. Davutoğlu ve Babacan’ın ittifakının rahatı için böyle bir hamle gereklidir de. Millet ittifakına yakın medyanın Ayhan Bilgen’e ilgisisi bu ihtimali güçlü kılıyor. Kürt seçmene yönelik siyasi hareketlemeler Ayhan Bilgen’le sınırlı değildir.

HDP’nin Kürt siyasetindeki hegemonyası bu tür çalışmaları kendisi dışındaki değişken bağlara doğru yönelmelerine yol açtığı için HDP’nin yerini alma veya HDP’den oy almalarını zorlaştırıyor. Hareketler toplumsallık ve kitlesellik kazanmadan belirli bazı şahsiyetlerin kişisel çıkarları için ortaya çıkmaları onları başkalarının aracı haline getirmekten başka bir işe yaramaz. Bahçeli, Süleyman Soylu, Numan Kurtulmuş ve Mustafa Destici’nin durumu bunlara örnek olarak gösterilebilir. Adı geçen bu şahsiyetler geçmişte Erdoğan’la ilgili sert eleştirilerini bir tarafa bırakıp Erdoğan ve AKP’nin birer militanı haline geldiler.

Türkiye siyasal ve sosyolojik olarak üç “kesim” haline gelmesine rağmen Cumhurbaşkanlığı seçimi iki aday(Millet ve Cumhur ittifakı) arasında olurken, ittifak halinde seçimlere girseler dahi Milletvekili seçimlerinde çok partililik esas olacaktır. Bu nedenle Partilerin Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimlerinde farklı tutum takınmaları normaldir. HDP, enerjisini Cumhurbaşkanlığı seçimine vermek yerine seçim sonrasında oluşturulacak yol haritasını belirleyecek kadroları meclise göndermeyi birinci önceliği yapması önceliği olmalı, Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendisine en yakın olanı seçmek değil de kendisine en uzak olanı seçtirmemek temel alınmalıdır. Burada önemli olan seçilen Cumhurbaşkanı karşısında oluşacak Meclis tablosunda yerinin nasıl olması noktasında siyasi gücünü artırmaktır. Yukarıda da dediğim gibi Demitaş’ın kazanmanın esas alındığı Milletvekili aday yapılmasında tarihsel bir zorunluluk vardır.

Türkiye’de yeni iktidar ilişkilerinde iki faktör rol oynayacaktır. MHP’den İyi Parti’nin, AKP’den Gelecek ve Deva Partisinin Laik-Türkçü CHP’nin yanında yer almaya başlaması Erdoğan’ı geriletecek faktörlerden biridir. Erdoğan’ın Seçim Kanunu hamlesi oluşan altılı masayı dağıtma amaçlıdır. CHP’ye en yakın duran Demokrat Parti ile AKP’nin kendi tarafına çekmeyi düşündüğü Saadet Partisinde bazı itirazların oluşmaya başlaması bunun etkili olmaya başladığını gösteriyor. Erdoğan aynı zamanda bir kısım “sanatçılar” üzerinden “rahatını düşünen bir kısım laik Türkçü kesimleri CHP/İyi Parti’den koparmaya çalışıyor.

Halktv/Tele1 arasındaki rekabette bunun izleri görülüyor. Henüz Davutoğlu ve Babacan AKP’deyken AKP’ye muhalefet yapmaya başlayan Levent Gültekin’in Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal’ı Millet ittifakını bozabilecek kriterleri ileri sürmesini eleştirmesine karşılık Tele1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın Levent Gültekin ve Halktv’ye sert eleştiriler getirmesi Laik-Türkçü kesimde Erdoğan lehine olasılıklar doğurabilir. Seçimlere doğru gidilirken bu tür yumuşak hamlelerden sert hamlelere doğru kayış olabilir. Muhalefetin günlük ve geçici tartışmalarının gölgesinde “dış güvenlik” algısıyla bir kez daha “Atın Üsküdar’a geçilmesine” seyirci kalınmamalıdır. Üç kesim veya üç ulusa bölünmüş toplum olmak bu  mücadele bakımdan olumsuz bir durum da değildir. Bir şekilde demokrasi ve çoğulculuğun anahtarı bu üç kesimin vazgeçilmez müştereklerinde mevcuttur, en çok da Kürtlerede ve onlara yakın olanlarda.

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
Anti Kürtlülükte bir nefes aramak

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir