“Geceyle, kelimeyle ve içimizde akıp duran unutulmamış herşeyle”…
Gecenin en izbe yerinde, lambaların yarım yanıp söndüğü, gölgelerin sanki bir şeyler fısıldadığı sokaklarda yürümeye koyulduk. Adımlarımız, asfaltın yorgun yüzüne değdikçe duyduğumuz tok yankı, içimizde susan kelimeleri uyandırıyordu: Bir zamanlar ABC yakalı bir çocuğun hevesiyle topladığımız harfler, şimdi kırılgan anıların ağırlığıyla taşınan sessiz işaretlere dönüşmüştü. Biz büyüdük; hecelemeyi bıraktık, unutmamayı öğrenmeye mecbur kaldık.
Tam o sırada karanlığın içinden su sesi yükseldi.
Bir ırmak görünmeyen, fakat akışı iliklere dokunan bir yeraltı nehri gibi gecenin damarlarını dolduruyordu. Suyun sürüklediği her yankıda, yarım kalmış hikâyeler yüzeye vuruyordu. Konuşulamamış bir sitem, adresini yitirmiş bir mektup, gömülen ama ölmemiş bir umut. Ve gökyüzünden bir martı çığlığı düştü suya.
Denize değil, karaya ait bu yalnız çığlık, gagasında kayıp bir düş, kanatlarında kirli bir beyazlık taşıyordu. Sanki ömrü boyunca yönünü şaşıran sözlerimizin haritasını çiziyordu üzerimizden. Kıpırdadıkça gece, martının sesi ırmakla birleşti suskun hayallerimizi açığa çıkaran, kimsesiz bir siren gibi.
Biz ise adımlarımızı kesmedik. Her köşe başında, içimizdeki karanlığa yeni bir ayna tuttuk. Bir çocukluk çığlığına dönüşen alfabe, bir yetişkin suskunluğunda çoğalan anlam, bir cümlenin ucunda filizlenen yarı-ışık yarı-korku…
Anladık ki yürümek, konuşmaktan ağırdır!
Çünkü:
Bir harf, yalnızca harf değildir. Bir yara kabuğu, bir suçluluk sessizi, bir hafıza labirentidir. Bir kelime, yalnızca kelime değildir. Bir ömrün tortusu, bir şüphenin izdüşümü, bir iç savaşın ateşkesidir.
Ve suskunluk, yalnızca suskunluk değildir.
Kayıp kuşların kanat sesini saklayan sonsuz bir aralıktır.
Irmak akmayı sürdürdükçe, biz de içimizdeki suyu dinledik. Her adımda, yüzeye vuran bir hatırayı ellerimizle geri itiyor her nefeste, martının çığlığını kendi göğsümüzden geçiriyor; kelimelerimizi, kırılmış ama hâlâ parlayan aynalar gibi cebimize saklıyorduk.
En sonunda, gecenin en siyah perdesi yırtılır gibi oldu. Uzaktan doğan çok soluk bir şafak çizgisi,
yorulmuş lambaların titrek ışığına karıştı. Ve biz, tam o an fark ettik:
Irmak geceye sığmaz, martı çığlıkla ölmez,
kelime susarak tükenmez çünkü içimizde akışa, çığlığa, söze daima yer vardır.
Yol bittiğinde değil, söz bittiğinde durduk. Omuzlarımızda gecenin serin küf kokusu, ellerimizde hâlâ sıcak bir kelime pırıltısı. Ve birbirimize bakmadan, aynı anda anladık:
Büyümek, harfleri dizmek değil, harflere tutunarak karanlığı geçmekmiş. Yürümek, yeri tüketmek değil,
adımlarda saklı hüznü onarmakmış. Susmak, pes etmek değil, kelimenin en derin yerinde nefes almakmış.
İşte şimdi, ırmağın yankısı, martının yaralı feryadı ve bizim ağır ama kararlı kelimelerimiz aynı cümlede buluştu.
“ABC yakalı bir çocuğun kelimeleri öğrenme hevesinden çok, bizim yürüyüşümüz unutulmamış acıları, suya düşen çığlıkları ve geceyi delip geçen umudu tek bir sessiz harfe sığdırma çabasıdır.”
Ve o harf, içimizde hâlâ atıyor. Dinleyene, taşımak isteyene, karanlığın öte kıyısına geçmek için ışığını saklıyor…
Muhteşémmmm
Yüreğinize sağlık
İşte şimdi, ırmağın yankısı, martının yaralı feryadı ve bizim ağır ama kararlı kelimelerimiz aynı cümlede buluştu.
👏👏👏
Tüm yazılarınız güzel ama bu derinlemesine en ince ayrıntısına kadar güzel yüreğiniz ve kaleminiz var olsun.