Toplum ile devlet ilişkisi birinci önemli konudur.
Devlet meşruiyetini, gücünü toplumdan almıyorsa, topluma karşı bağlayıcı bir sorumluluğu
yoksa, kendi başına bir olguya dönüşür.
Türkiye’de tam olarak böyle bir kutsal devlet var!
Askerler tarafından kuruldu. Toplumun ve ülkenin varlığı ve geleceği, devletin selametine
endekslendi.
Göstermelik parlementer sistem,
“demokratik” seçimler olsa da devleti ordu yönetti.
Her zaman “beka”sorunu, İç ya da dış kaynaklı tehditler oldu. Ama tehlikede olan toplum
değildi! Toplumun eğitim, sağlık, ekonomik sorunları için kaygılanan olmadı.
Devleti güvende tutmak, korumak daha önemliydi! Devlet, sürekli parçalanma, İşgal, yıkım
tehdidi altındaydı!
Toplumun milli çıkarları ile alakası olmayan, ucube bir milliyetçilik türetildi. Birileri bu ideolojik
söyleme sığınarak her zaman kendini devletin bir sahibi ilan etti.
Daha kuruluş aşamasında, iç istihbarat anlayışı, görünür hükümetin arkasındaki esas
yönetim ile derin yapılara, çeteleşmelere müsait bir bünyesi vardı, devletin.
İkinci Dünya Savaşı sonrası, NATO ve ABD ile ilişkiler, kısa sürde, orduyu ABD ordusu
haline getirildi.
Aslında darbelerin tamamı ABD ile bağlantılıdır ve tümü de düğmeye basılarak yapıldı.
Soğuk savaş yıllarında, dünyayı kirli bir ağ gibi saran, Gladyo Türkiye’nin, zaten verimli olan
bünyesinde, güçlü şekilde örgütlendi. Bir dönem “paralel”yapılanan cemaat, zamanla
güçlendi boşluğu doldurdu ve başat hale geldi. Devleti önemli oranda ele geçirdi.
Şimdi de farklı yapılar aynı mekanizmayı kullanmaya çalışıyor. Yapısal olarak darbe
üretmeye uygun olduğunuz sürece, darbeciler sadece isim değiştirir ama hep var olur, fırsat
kollar.
Tüm darbelerde ortak özellik; darbe öncesi toplumun kendi iktidarını, yönetimini oluşturma
arayışında olmasıdır. Başarısız olma ve “darbe gerekçesi” yapılma sebepleri üzerinde
durabilir.
Örneğin, 70’li yılların başında, dünyada 68 kuşağının “fırtınası” esiyor. Türkiye’de de büyük
bir toplumsal isyan dalgası oluşturmuştur.Türkiye’deki 68 kuşağının öne çıkan, bedel ödeyen, ileri kadroları ve önderleri çoğunlukla
orduyu “devrimci” olarak adetmiştir. Devletin kuruluş ideolojisini ve önderini de “devrimci”
olarak tanımlamışlardır.
Kürt Özgürlük Hareketi bu handikapı aşabilmiş ama zaten 80’li yılların ortalarından itibaren,
bütün imkanlar, NATO ile birlikte bu isyanı bastırmaya seferber edilmiştir.
İyi ya da kötü darbe yoktur bu ilkesel bir konudur.
Tüm darbelerden sonra, toplumun özgürlük ve kendini yönetme arayışına ve yaşam
alanlarına savaş açılmıştır. Ülke savaş meydanına çevrilmiştir. Toplumsal irade ayaklar altına
alınmış, çiğnenmiş, defalarca üzerine tükürmüştür.
DARBE MEKANİĞİ bir daha işlememek üzere durdurulabilir mi.
Olabildiğince
sadeleştirmeye çalışıyorum; devletin kutsal olmadığını, toplumun yönetim ihtiyacını gidermek
üzere oluşturulmuş, hizmet kurumları bütünü olduğunu kabul etmeliyiz.
Bütün kademeleri ile devleti yöneten politik kadrolar, bürokrasi, toplumun kendilerine ödediği
maaş karşılığında, toplumun yönetim, idari ihtiyaçlarını karşılamak ve yaşamın farklı
parametrelerinde organizasyonlar yapmak ve yönetmekle mükelleftir.
Ordu’da kutsal değildir.
Vizyonunuz,
“büyük devlet”
,
“dünya devleti”
,
“güçlü devlet”
,
“güçlü ordu” ise, toplumu ve
bütün kaynaklarınızı, bu hedefleri gerçekleştirecek yegane güç olan, devletin hizmetine
koşturursunuz. Her şeyinizle devleti korumaya, güçlendirmeye çalışırsınız.
Halbuki toplumun gerçek vizyonu; insanlığın eğitim, bilim, ekonomi, teknoloji düzeyini
yakalamak ve tabii özgürleşmek , moral ve ahlak değerlerini geliştirmek olmalıdır.
Türkiye’de DARBE MEKANİĞİ nasıl son bulur?
Önder Öcalan’ın stratejik çıkışı darbe mekaniğini parçaladı. O mekaniği bütün sonuçlarıyla
tarihe gömmek için Barış ve Demokratik Toplum Paradigmasının yaşamsallaşması gerekir.
Önceki Anayasalar kenara bırakılarak, tüm halkların, toplumun bütün renklerinin,
farklılıklarının ve dinamiklerinin yapımına katılacakları ve iradeleşecekleri YEPYENİ BİR
ANAYASA YAPMALIYIZ.