Tarihin Delikanlı Çocuklarına Bir Yol Hikayesi: Fırat ve Dicle’nin hikayesi

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Şair Nuray Şen’in kitabı Tarihin Delikanlı Çocuklarına Bir Yol Hikayesi adlı şiir kitabı Sitav Yayınlarından çıktı. Satır aralarında bir annenin, bir şairin trajik yaşam hikayesine rastlayabilirsiniz betimlemeleriyle…

Şair Nuray Şen kitabından bahsederken sizlere, ‘tarih boyunca annelerin doğurduğu evlatları zalimce kendine katıp götüren ve götürdüğü her hikayeyi zamanın altına saklayan bir sır gibidir’ desem eksik olmaz.

 “Fırat, Dicle” diyor Nuray Şen. Gerisi kendisiyle yaptığım röportajda…

‘Toplumsal yanım ağır bassa da aşka aşık kalbim duygular dünyasından hiç vazgeçmedi’

Size göre şiir nedir?

Çocukluğumda şarkılar vardı, kokular vardı bir de hayallerim. Kış gecelerimiz şarkı kokardı. Yaz gecelerimiz, hanımeli kokusuydu. Şarkılar ve kokular benim için keşfedilmesi gereken büyülü bir dünyaydı. Hani Einstein, o meşhur sözünü çoktan söylemişti ama ‘Bilim sizi A noktasından B noktasına götürür hayaller ise her yere.’ Ben henüz bu sözü duymamıştım ama yaşadığım tam da böyle bir şeydi; hayallerim beni hiç tanımadığım ama merak ettiğim uçsuz bucaksız diyarlara götürüyordu peşine düşüp gidiyordum. Oldu bitti duygularımı yoğun yaşayan bir çocuktum. O şehir adlı şiirimde anlattım hikayemi keder köşem vardı, şarkı ağacım şiir sokağım hayal gecelerim …Her birinin kokusu farklıydı. Şiirler yazardım o zamanlar içinde tozlu yollar, mor menekşeler üşümüş kimsesiz çocukların olduğu şiirler uyurken ruhuma kattığım, beslediğim aslında üstüne titrediğim bunlardı.

Şiirlerin oluşum süreci nasıl oluştu?

Şarkılar, şiirler, kokular ve hayaller …68’ler çılgın yıllardı. Öğrenci hareketleri dalga dalda yayılıyordu, Toplumsal sloganlar öne çıkıyordu. Avrupa dünya gençliği heyecan içindeydi, Biz heyecan içindeydik. Aslında biraz da Denizler ’in zamanıydı. Nazım Hikmet şiirleri okurduk, devrimci şiirler yazar okurduk. Her şeye güler, her şeye ağlardık. Kısaca başımızı taşa atar başımızı altına tutardık öyle bir heyecan haliydi halimiz. Bir arkadaşım vardı o yıllarda şairdi. Şiirlerini öyle bir heyecan öyle bir aşkla okurdu ki hepimizi alır kendisine katardı, bizler de onu kendimize katardık. İşte şiirlerle muhabbetim o yıllarda gelişti, ben o yıllarda şekillendim. Toplumsal yanım ağır bassa da aşka aşık kalbim duygular dünyasından hiç vazgeçmedi. Benim için aşk, kalbin nefesi, nefesin estetiği ise şiirler ve şarkılar…Kalbin sırlarına erişmektir şiir! Diye düşünüyorum ve o sırların kendi kokusunu, kendi ahengini harf harf cümle cümle ifşa etmektir diyorum, Bir hayal mekanı yani size ait bir mekan, bir kalp sofrası açık gönül kapısı insanın kalbinden geçenleri dostlarıyla ve hevesle herkesle paylaşmak istediği dizeler…Bazen bir düğümü çözmek gibidir şiir yazmak, bazen bir büyüyü bozmak gibidir. Kalbin sunağında bir günahı bağışlamak gibidir bazen de…

‘Benim hikayem ise öğrenmek üzerinedir’

‘Parmak izi gibidir duygular hiçbiri diğerine benzemez!’ diyorsunuz…

Evet. Gönül sofrası, insanın en mahrem en özgün yani en kendine ait mekanıdır. Duygular burada nefes alıp verir. Acılar, sevinçler, korkular, hasretler, öfkeler, hırslar, kıskançlıklar, heyecanlar, yalnızlıklar, ihanetler, hayal kırıklıkları, hassasiyetler zaaflar…En olmadık hayaller hepsi insani duygulardır ama her insanda farklı boyutlarda yaşanır. Birbirine çok benzer duylardır ama insan kalbinde bıraktığı izler, estirdiği fırtınalar, yol açtığı hasarlar, deşip tetiklediği yaralar farklı farklıdır; çünkü her insan ayrı bir hikayedir. DNA’sı farklıdır. Parmak izi farklı. Her ne kadar tıpatıp birbirine benzer görünse de hikayeler içerde insan kalbinde duygunun hükmü de kişiye özel bir şeydir. Bu yüzden açılar paylaşıldıkça azalmaz elbette elem, üzüntü yaşanır, ağıtlar yakılır ama herkes kendi acısına ağlar çünkü ateş düştüğü yeri yakıp kavurur ve kimin eli yetişebilir ki o ateşe! Kim paramparça bir kalbe el uzatabilir ki ? İnsan o acımasız zaman içinde bu acıyla yaşamayı öğrenir çaresizlik öğretir daha çok …Ya öğrenir insan içindeki acıyla yaşamayı ya da acının vurduğu yerde can çekişerek kalır. Benim hikayem ise öğrenmek üzerinedir.

‘Kalbim, çocukların ağır kederini taşıyan hasarlı bir çocuk’

Günümüzdeki şairlerle kıyaslarsak kendinizi nerede buluyorsunuz?

70 yaşındayım. Hepi topu bir şiir kitabım var. Şimdi yazmayı meslek edinmiş ya da amatör olarak sürdüren, şair, yazar olarak kabul görmüş insanların arasına yerleşmek istesem kendimi abartmış olurum ancak diğer taraftan düşünürsek benim ruhum şair! Bu da benim gerçeğim, Ruhum edebiyata, şiire, müziğe, tiyatroya, resme, plastik sanatlara düşkün. Ruhum hikayelere, hayatın sırlarına meraklı. Hala ağaç tepelerine tırmanıp şarkı söylemek, şiirler okumak istiyorum …Kendimi öyle hayal ediyorum. Kısaca ruhum bir çocuk! Kalbim de çocukların ağır kederini taşıyan hasarlı bir çocuk işte…

‘Her hikayeyi zamanın altına saklayan bir sır gibidir Fırat, Dicle’

Peki, tüm acılar Fırat’a mı akar?

Diyarbakırlıyım ben bir tarafım da Urfa. Bir yanım Hevsel Bahçeleri, bir yanım Nemrut toprağı… Yani hem Dicle hem Fırat kızıyım ben. Bir oğluma Doğu demiştik coğrafyamızın konumlandığı kadim yere atfen…Diğer oğlum Fırat’tı. Mezopotamya’nın kalbi, Acıların, hayallerin, hayal kırıklıklarının kol kol dere dere akıp o kalple Fırat’la buluştuğu hikaye, binlerce keder hikayesi coğrafyamızın kaderiyle hayatımızın kederinin buluşması zamanın başlangıcından gelip, zamanın boşluğuna akan bir sonsuzluk hikayesi. Tarih boyunca annelerin doğurduğu zalimce kendine katıp götüren ve götürdüğü her hikayeyi zamanın altına saklayan bir sır gibidir Fırat, Dicle. Bu bizim hikayemiz, Mezopotamya’ya ait. Annelere ve çocuklarına ait. Uzadıkça uzayan bir yol hikayesi.

‘Umarım kalplerine dokunmuşumdur’

İnsanlar şiirlerinize nasıl yaklaşıyor?

Ben hikayeler anlattım bu kitapta. İçimi yakan acıları, yaralı hayalleri, yarım kalan aşklarımı anlattım. İnsanlar nasıl anlar, nasıl yorumlar bunu bilmek için henüz çok erken. Hala çok az bir okuyucu kitlesine ulaştıysa da kitap, dostlarımdan olumlu yorumlar aldım. Umarım böyle devam eder. Tüm samimiyetimle kalbimde biriktirdiğim, sakladığım, esirgediğim ne varsa kelimelere dökebildiğim kadarını okuyucuya açtım, gösterdim. Bir sofra gibi önlerine serdim, buyur ettim. Klasik bir söz ile bitireyim, artık sofrada ne varsa umarım bulduklarını severler. Umarım kalplerine dokunmuşumdur.

(ro)

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
Tarihin Delikanlı Çocuklarına Bir Yol Hikayesi: Fırat ve Dicle’nin hikayesi

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir