Van’da bir Fethiye Çetin söyleşisi

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Fethiye Çetin’le yaptığımız röportaj bence demlenerek yazılmalıydı. Çok yönlü bir röportaj olması ise ağızda mayhoş bir tat bırakıyor. Çetin, kimliği, yazdığı kitap ve avukatı olduğu kamuoyuna mal olmuş Hrant Dink davasına ilişkin söyledikleri ile bir rehber niteliği taşıyor. Kapalı kapılar arkasında konuşulan Ermeni ve Kürt meselesi, kültür soykırımı, bir anneannenin acısı, çok yönlü bir cinayetin üstünün örtülmesi ve arkasındaki birçok neden, aslında buralarda yaşayan herkesin hafızasında bir yere sahip.

Çetin’in röportajına geçmeden evvel hem büyük çabası hem de söyledikleri geri planda kalmasın diye Toranj Sanat’ın Müdürü Faruk Kanat’ın aktardıklarına yer vermek istiyorum. 1915 öncesi ve sonrasında Ermeniler açısından önemli bir kent olan Van’da, Çetin’i okurlarıyla buluşturmanın ne kadar önemli olduğu aşikar. Fakat yakından bir takipçisi olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Çetin’le bir söyleşi yapmak Toranj Sanat açısından oldukça önemli bir çalışmaydı.

Van’da bir yılı aşkın süredir Türkiye’nin çeşitli kentlerinden gelen yazar, akademisyen, sanatçı ve ressamı ağırlıyor Toranj Sanat. Çetin’in söyleşisine ilişkin ise şunları kaydediyor Kanat:

“Fethiye Çetin’i uzun zamandır burada ağırlamak istiyorduk. Nihayetinde buluşma şansını yakaladık. Van’ın tarihi dokusu ve Ermenilerle uzun dönem iç içe yaşamış olduğumuz gerçeği Çetin’i burada ağırlamak konusunda en büyük motivasyonumuzdu. Bu buluşmada edebiyatı, sanatı ve yakın zamanda Türkiye’nin önemli siyasi cinayetlerinden biri olan Hrant Dink cinayetini konuştuk. Bir anı kitabıydı hocamızı ağırladığımız kitap.  Bu anılarla da Türkiye’nin siyaset ve politika tarihinin aslında ne kadar derin bir kuyu olduğunu ve deştikçe o kuyudan bir şeyler çıktığını gördük. Aynı zamanda kentin Ermeni kimliğini ve bir arada yaşadığımız komşularımızı yeniden andık.”

Fethiye Çetin’le ‘kimlik’ üzerine sohbet  

Bir gazeteci olarak Çetin’i Hrant Dink davası ve bu konuda yazdığı kitapla tanımıştım. ‘Utanç Duyuyorum’ kitabı Çetin’in, tanıklığını ve bu davaya dair en küçük ayrıntının bile ne kadar önemli olduğunu anlatan bir kitaptı. ‘Anneannem’ kitabını ise bu buluşma sayesinde okuma fırsatı yakaladım. Kimine göre bir nefeste okunacak bir kitap olsa da beni uzun ve karanlık sokaklarda epey dolaştırdı. ‘Kimlik’ meselesi üzerine yürütülen tartışmaların büyük bir çoğunluğu siyaset üzerinden yürütülse de yadsınamaz gerçek şu ki; kimlik kültürden bağımsız değildir.

Van’da bir Fethiye Çetin söyleşisi - WhatsApp Image 2024 01 12 at 14.30.24

Çetin’le uzun uzadıya sohbet ettik. Bu sohbetin tamamını aktarmak ne kadar mümkün bilemiyorum ama sizi sıkmadan anlatmaya çalışacağım. ‘Anneannem’ kitabı yarım kalan, ama kocaman bir ömrün kitabı. Öyle ki anlatılanlar birçoğumuzun evinde kapalı kapılar arkasında konuşulmuş ve orada kalmıştı. Buna karşın Çetin, kapalı kapılar ardında konuşulanları, ‘geleceğimiz geçmişimizin karanlığı üzerine kurulmasın’ diye anlatmış. Çetin’in sözlerine kulak verdiğimizde şöyle diyor:

“Bizim evde anneannem bana bunları anlatıncaya kadar bunlar evin içinde açık açık konuşulmuyordu. Sonradan bizimkilerin bildiğini fakat anneannemin onlarla konuşmadığını öğrendim. O güne kadar bu konuyla ilgili pek çok işaret de vardı, ama biz anlamamıştık. Öğrendikten sonra yazmaya karar verdim. Bugün yaşadığımız pek çok sorun geçmişten gelen bir yapı üzerine kuruldu. Çünkü Ermeni, Keldani, Süryani Katliamı üzerine kurulmuş bir devlet bu. Ve bu devletin kodlarında ırkçılık ve milliyetçilik var. Bunu görmeden olmuyor. Bu öyküyü yazmak, ‘görmeye’ kendi çapımda bir katkıydı. Ret ve inkâr politikası oldukça yaygınken orayı bir yerden kırabilir miyim, diye düşündüm ve küçük bir hikâyeyle ortaya çıktım.”

Bir kadının hikâyesi

Birçok kaynak kitaptan faydalanmadan yazılan ama kendi başına bir kaynak olmayı başaran bu kitap sadece bir kadının hikâyesiydi. Yazının dilindeki sakinlik aslında o evdeki sakinlikten geliyordu. Bu sakinlik ise sadece Çetin’in, kitapta yer verdiği, anneannesinin cenazesinde çıkan hem aykırı hem gerçek sesle yarılıyordu. Bu acıların bitmesi, bir daha başka bir soykırımın yaşanmaması ve bir anneannenin daha isminin değişmemesi için “Tarihte yaşanılanlarla yüzleşmek mümkün mü?” sorusunun cevabını ise Çetin şu sözlerle veriyor:

“Soykırım, yüzleşilmediği için hâlâ devam ediyor. Soykırım öncelikle bazı bedenleri mimliyor. Mesela Ermeni soykırımında mimlenmiş bedenler Ermenilerdir. Bugün de Ermeniler mimlenmiş olarak kabul ediliyor. Çünkü o soykırım hafızası Ermenilere yapılacak kötülükler ve onlara karşı işlenecek suçların cezasız kalacağını biliyor. Onların malının üzerine çökmenin cezasız kalacağını biliyor. O yüzden soykırım devam ediyor. Kuşkusuz henüz yüzleşme aşmasına gelmedik. Çünkü devletlerin ret ve inkâr politikası giderek güçleniyor. Ve bu özellikle son dönemde çok yaygınlaştı. Bu sadece Türkiye’de de olan bir şey de değil. Dünyada benzer örneklerini görmek mümkün. Hiçbir devlet herhangi bir zor olmadan bir baskı olmadan geçmişiyle yüzleşmiyor ne yazık ki. Geçmişle de etkili bir biçimde yüzleşmek gerekiyor. Öyle hani, ‘özür dileriz’ anlamında da olmamalı bu. Biz toplum olarak bu devleti yüzleşmeye zorlayabiliriz. Çünkü kesinlikle bütün okuduklarımdan çıkardığım sonuca göre biz bununla yüzleşmedikçe şiddeti yaşamaya devam edeceğiz.”

Konu konuyu açıyor diye uzar sohbetler. Bu sohbette öyle oldu. Hem bir yandan dağılıyoruz konuşurken hem bir yandan ortak noktada yeniden buluşuyoruz. Şimdi bunca acının üstüne yüzleşmenin ötesinde demokratik kesimlerin soykırımı tanımaması ya da buna dair birkaç kelam etmemesi Çetin’i en çok yaralayan meselelerden biri. Ama bu kitabın yayınlanmasının ardından tarihin kapılarını aralayan, tozlu raflarında bir arayış başlatan çalışmaların olması Çetin’i umutlandırıyor.

Çöreğin kokusu…

Kitabı okurken bazen Çetin’in kardeşinin, bazen teyzesinin, bazen de bambaşka bir aile üyesinin salonunda buluyorsunuz kendinizi ve birkaç kelam da siz etmek istiyorsunuz. Elazığ’da, Maden’de üst üste sıralanmış evler bir anda gözünüzde canlanıyor ve Türkiye’nin diğer kentlerine yolculuğunuz başlıyor. Mesela Çetin’in kitapta anlattığı çörek hikâyesinde o kokuyu duyar gibi oldum. “Diyarbakır’da yediğim çöreklere benziyor olabilir mi?” diye kendi kendime sorarken kendi sorumu kendim cevapladım. Kuşkusuz öyle, çünkü Diyarbakır da Ermeni kültürü açısından oldukça önemli bir kent.

Öte yandan bir arada yaşamanın öyle güzel bir yanı var ki sentez bir kültürle büyüdüğün için anca böylesi anılar zihninde bir ayrışma yaşamana neden oluyor. Öyleki Çetin’de sohbetimiz sırasında ortak kültür vurgusu yapıyor ve kültürün yok edilmeye çalışılması üzerine birkaç kelam ediyor:

“Kültür, insanların birbirleriyle etkileşerek oluşturduğu bir şey ve bu karma oldukça önemli. Aslında tüm bu kültürün yok edilmesi gibi bir şey amaçlanıyor. Yani bir yandan bütün zenginliklere el konuluyor, ama öte yandan kültür yok ediliyor. Mümkün olduğunca yokmuş gibi davranılıyor. Yani Ermeni mezarlıkları yok ediliyor.  Ermeni kiliseleri yok ediliyor. Ermeni evleri altın arama amacıyla yıkılıyor. Yani aklınıza gelemeyecek dünya kadar şey var burada. Altın bulabilirsiniz, zengin de olabilirsiniz, ama ne yazık ki o kültürü yok ettikten sonra bir daha onu canlandıramıyorsunuz. O bakımdan çok fakirleştik biz 1915’ten sonra. Bunu kabul etmek lazım.”

Van, 1915 öncesi Ermeniler açısından oldukça önemli bir kentti ve bugün bile bazı izler taşıyor. Çetin’in tahribat diye anlattığı büyük yıkım ise tüm çıplaklığıyla gözler önünde. Van’ın ilk gazetelerinden birinin çıkarıldığı Yedi Kilise Manastırı son demlerini yaşıyor. Ya da en önemli el yazmalarının yazıldığı Adır Adası’nda bulunan Lim Anabad Manastırı kendi kaderine terk edilmiş durumda. Bu kader buradan değişir dönüşür mü bilinmez, ama yıllar sonra restore edilse dahi bugüne kadar farklı isimlerle anılacağı kesin. Çetin’in Van gezisi sırasında kendisine rehberlik eden herkesin tarihe ve kültüre bir şekilde sahip çıkması ve bunu tüm açıklığıyla kendisine aktarmaları çok hoşuna gitmiş.

Gerçek bir fotoğraf

“Yaşanan acıları görmek için 1915’lere kadar geri gitmek şart mı?” diye düşünürken hepimiz içimizdeki aynı sızıyla sarsılıyoruz. Bu coğrafyada Kürtler ve Ermeniler elbette birçok acı yaşadı. Fakat Çetin’in en büyük tanıklarından biri olması sebebiyle çok geçmişe gitmeden 2007 yılında yaşanan Hrant Dink cinayetiyle bu acıları görmek mümkün. Hrant Dink cinayetine dair Çetin’le sohbet ettiğimizde Çetin öncelikle bir anısını anlatmaya başlıyor:

“Hrant öldürülmeden önce devletin içinde büyük bir kavga vardı. Devletin içinde ki güçler iktidar savaşı veriyordu. Bu askeri vesayet, AKP ve FETÖ’cülerin arasında geçen bir iktidar savaşıydı. Her şey çok sert gidiyordu o dönem. Hrant, öldürülmeden yaklaşık 10 gün önce adliyeden çıktım oraya gittim. Hrant, ‘Bu yıl bizim için çok zor geçecek’ dedi 2007 yılı için. Ben hatta Hrant’a bir süre buradan uzaklaşması gerektiğini söyledim. Tabii o birinin demesiyle hareket edecek biri değildi, kolay kolay da kalkıp gitmeyecekti ama o yılın gerçekten zor geçeceğini açıkça ifade etmişti. İktidar savaşı kıran kırana geçiyordu ve ne yazık ki Hrant Dink cinayeti taraflar arasında kavga varken ama büyük bir mutabakatla işlendi. Ve çok ilginçtir bakıyoruz cinayetten sonra ki olaylara, delillere birbirleri ile kavgalı o kesimler Hrant öldürüldüğü için hep birlikte birbirlerine yardım etmişler. Ogün Samast’a kahraman muamelesi yaptılar. Yani bu ülkede iktidar savaşlarında bir araç olarak kullandılar bunu ama kendi aralarında ki çelişkileri unutup o paydada birleştiler. O payda Ermeni düşmanlığıdır. O payda Kürt düşmanlığıdır. Şimdi dikkat edin o kesimler birbirleri ile kıyasıya kavga ediyorlar, iktidar savaşı veriyorlar ama Kürt düşmanlığı olduğunda hepsi birleşiyorlar. Hrant’ın cinayeti de bu şekilde oldu.”

“Öteki”nin yas tutma zamanı…

En yakın arkadaşlarından birini kaybeden Çetin, yas tutacak zaman bulamıyor. Hukuki mücadele bu süreçte öyle önemli ki Çetin Paris’ten döner dönmez teşhis için emniyete gidip hukuk mücadelesi vermeye başlıyor. O süreçte hissettiklerini ve dava sürecini şu sözlerle aktarıyor Çetin:

“Çok zor oldu. Fakat şunu söyleyeyim kendi aralarında ki o kavgadan dolayı bu soruşturmaya izin verdiler. Şu anda FETÖ’cüleri yargılıyorlar ve onların üstüne yıktılar bütün sorumluluğu ve suçu. Öyle değil. Bunların hepsi aynı şekilde sorumlu ve suçlu bu davada. Ailenin, avukatlarının, gazetecilerin, toplumun desteğiyle öbür siyasi cinayetlerde ortaya çıkmayan çok sayıda delil ortaya çıktı. Dosyalar inanılmaz delillerle dolu. Sadece bunları ipucu kabul edip davayı sürdürmediler. Her şey ortaya çıktı. Bu devlet Hrant Dink’i bir biçimde öldürmüş. Öncesini, cinayet anını, sonrasını planlamış. Hatta cinayet anını kaydetmişler. Ya bütün bunlar ne yazık ki dosyada ama bu şekilde dosya kapatılmaya çalışılıyor. En azından Hrant şöyle derdi: ‘En büyük hakem halkın vicdanıdır.’ Evet halkın vicdanında bence mahkûm oldular. Şu anda sokakta gidin kime sorarsanız sorun Hrant Dink’i kim öldürdü diye size bunun cevabını verecektir.

Hrant Dink, Ermeniler açısından önemli bir isimdi. Öyle ki hem solcu geçmişe sahip hem de gerçekleri gazetesi aracılığıyla aktarmaya çalışıyordu. Herkesin unutmaya çalıştıklarını yeniden hatırlatmaya çalışıyordu. Çetin, “Hrant, Ermenilik faaliyetlerinden dolayı fişlendi. Terör örgütleri için yaptıkları birtakım fişlemeler var ya aynen onun için de yapmışlar. Ve Hrant Dink de onun lideri gibi görünüyor,” diyor.

Beklenen tahliye: Ogün Samast

Hrant Dink davasıyla adı duyulan Ogün Samast’ın yakın zamanda tahliye edilmesi için de “Biz zaten bunu bekliyorduk. Yaşı itibariyle özel seçilmişti. Önce örgüt yok dediler, sonra örgüt var ama silahlı değil dediler. Bir şekilde az ceza almasını sağladırlar. Ve onu bir biçimde tahliye ettiler. Fakat çok büyük tepkilere yol açtı bu tahliye. Onun üzerine bir dava açmak zorunda kaldılar. Bu davadan bir şey çıkmaz. Çıkmayacak ta zaten. Sadece kamuoyunun biraz gazını almak için falan yaptılar. Ama en azından biz bundan fazlasını yapmayacağız demek istediler,” diyor.

Türkiye’de Hrant Dink gibi çok isim öldürüldü. Musa Anter, Sabahattin Ali, Tahir Elçi bunlardan bir kaçıydı. Fakat Hrant Dink davası böylesi süreçlerde kamuoyunun oluşmasının ne kadar kıymetli olduğunu gözler önüne serdi. Çetin, böyle ölümlerle karşılaşmamamız için temenniler iletirken bir kez daha toplumun büyük gücüne atıfta bulundu ve bir arada güçlü durmanın bu ölümlerin önüne geçebilmekte katkısı olduğunu ifade etti.

Kimliği, mesleği, kitabı ve sohbeti ile şahsına münhasır Fethiye Çetin’i kalbimizin sıcaklığıyla Van’dan uğurladık. Bu buluşmalar bize bazı acıların izlerini hatırlatsa da sıcak gülümsemelerimizle bir yandan da başardık hissi yarattı.

Serhat News

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
Van’da bir Fethiye Çetin söyleşisi

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir